Ulu Peygamberleden biriydi Hz İbrahim. Ömrü boyunca Nemrut’un ülkesinde putperestlere karşı tevhid mücadelesi verdi. Onlara putların boş olduğunu, gerçek mabudun, her şeyi Yaratan Yüce Allah olduğunu değişik yollarla anlattı.
Onun bu mücadelesine karşı koyan Kral Nemrut ve adamları Haz. İbrahim’i ağır bir şekilde cezalandırmakta gecikmediler. Günlerce topladıkları odunları ateşe verdiler ve İbrahim’i içine attılar. Ancak Yüce Allah’ın “Ey ateş! İbrahim’e karşı serin ve güvenli ol” emri ile Hz. İbrahim ateşten mucizevi bir şekilde sağ salim kurtuldu. Fakat onların bu girişiminden sonra Nemrut’un ülkesindebdaha fazla kalamayacağını anlamıştı. Eşi Sare ve bir avuç taraftarı ile Allah-u Teala’nın kendilerine vadettiği bereketli topraklara doğru yola çıktı.
Sare validemizin çocuğu olmuyordu. Eşinin çocuk özlemini bilen yaşlı Sare, Haz. İbrahim’i, cariyeleri Hacer ile evlendirdi. Kısa bir süre sonra Hz İbrahim’e hayırlı bir evladın müjdesi verildi. Ancak İsmail’in doğumu ile kıskançlığa kapılan Sare, onlarla bir arada yaşamak istemedi. Bunun üzerine Haz İbrahim, Yüze Allah’tan aldığı işaretle eşi Hacer ile henüz süt emmekte olan biricik oğlunu Kabe’nin bulunduğu yere götürdü. Bu ulu peygamber hiçbir tereddüt göstermeden, onları o gün için oldukça ıssız; bir damla suyun, bir turam otun dahi bulunmadığı bir vadiye bıraktı. Anne ve bebeğin yanında sadece küçük bir su kırması ve aza miktarda yiyecek vardı. Haz İbrahim geldiği tarafa dönüp yürüdüğünde eşi Hacer arkasından koşmaya başladı. Sonra aralarında şu kısa konuşma geçti:
– “Bizi, kimsenin yaşamadığı bu topraklara mı terk edip gideceksin? Bizi burada bırakmanı Rabb’in mi emretti?
– ” Evet,(bu Rabbimin emridir)”
– “(Öyleyse O bizi korur ve) bize zarar gelmesine mani olur”
Tam bir teslimiyetle Hacer küçük yavrusuna dönerken, İbrahim de şu dua ve niyazlarla yoluna devam etti: “Rabb’imiz! Ben çocuklarımdan bazısını, senin kutsal evinin (Kabe’nin) yanında ekin bitmez bir vadiye yerleştirdim. Rabb’imiz! Namazı dosdoğru kılmaları için (böyle yaptım) Sen de insanlardan bir kısmının gönüllerinin onlara meylettir, onları ürünlerden rızıklandır, umulur ki şükrederler.”
Aradan geçen zaman içinde oğlu İsmail ile birlikte kalan Hacer’in kırbasındaki su tükendi. Hacer, Allah’ın yeryüzündeki sembolleri olarak nitelenecek olan etrafındaki 2 yüksek tepe yani Safa ile Merve arasında çaresiz bir şekilde su aramaya başladı. Safa tepesine çıktı; sonra vadiye yöneldi ve birilerini görme ümidiyle ufukları süzdü. Fakat hiç kimseyi göremiyordu. Bu defa Safa tepesinden indi, telaşla yürüdü, vadiyi geçti ve Merve mevkisine geldi. Orada da biraz durdu ve bir kimse görebilir miyim, diye baktı. Fakat kimseyi göremedi. Hacer bu suretle (Safa ile Merve arasında) yedi defa gitti geldi.
Su bulmak için çırpınan Hacer, bir ses işitti. Sese kulak verdi; ardından da “Ssini işittirdin; eğer yapabileceksen bize yardım et” dedi. Bu esnada zemzem suyunun bulunduğu yerde bir melek göründü. Melek kanalıyla yeri kazıyordu. Nihayet su göründü. Çıkan zemzem suyundan içen Hacer, oğlu İsmail’e de içirdi. Suyu bir yandan avuçlarıyla kırbasına dolduruyor, bir yandan da zayi olmasın diye bir küfür kazıyordu. Bu durumu gören melek, Hacer’e ” Telef oluruz diye korkmayın; işte şurası Allah’ın evidir. Onu bu çocukla babası inşaa edecektir. Allah, İbrahim ailesini zayi etmez.” dedi.
İşte bugün hacıların Safa ile Merve arasında yaptıkları “sa’y” denilen hızlı yürüyüş, Hz Hacer’in hatırasının canlandırılmasından başka bir şey değildir. Sa’y, Hacer validemizin kızgın güneşin altında susuzluktan kıvranan biricik İsmail’ine hayat verecek su arayışı gibi bir arayıştır. Ve orada Hacer rolünü canlandıran hacı, yedi defa canla başla, Hacer’deki telaşla, heyecanla arar kendi İamail’lerini kurtaracak olan o mana suyunu, eskilerin tabiriyle ab-ı hayatı. Memleketinde bıraktığı ciğarparelerinin manevi açlığını, susuzluğunu giderecek olan o hayat suyunu, ahlakı, maneviyatı, ilmi, hayrı, hakikati ve hizmeti yeşertecek, kısaca nesillerimize hayat verecek manevi zemzemi araştırır.